3 Nisan 2012 Salı

Benim adım Amy.

Adım Amy Berbat bir barda, iyi bir şarkıcıyım.
“Öyleyse burada ne işin var?” diyorsunuz.
Siz hayatınızın nabzına yakın durmaz mısınız?
Burada pezevenkler bile biraz daha mert dışarıdakilerden.
Orospuları biraz daha kadın sokaktakilerden.
Gözleri buz gibi, buzculuk yapan çocuğun.
Annesiyle babasını gözünün önünde kesmişler.
Sigara kullanmıyor, jilet atanları anlamıyor.
Elleri tertemiz, arasıra arkamda gitar çalıyor.
Buradayım, kirlenmesin diye şarkılarım.
Adım Amy. Hayatı kötüye kullanan bir kızım.
Kendilerini iyi göstermek için şeytanı kötü gösterenlere kızgınım.
Bana “iyi ol” demeyin, meleklerin vurulduğunu bilmiyor musunuz?
Burada herkes biraz daha bilincinde uykunun.
Yastıklar yumuşak, pencerem yıldızlara bakıyor.
Buradayım, yalan olmasın diye söylediklerim.
Adım Amy. Hayatın kötüye kullandığı bir kızım.

20 Ocak 2012 Cuma

Ben zaten en çok unutulmuş blogları seviyorum.

24 Kasım 2011 Perşembe

Çöp kutusu...

Eğer kusuyorsak yazdıklarımızı ve buraya düşmeyenleri unutuyorsak... İki arada kalan çöp kutusu.

16 Kasım 2011 Çarşamba

999in1

Bir kızı seviyorum.
Onunla daha önce hiç konuşmadım ama uzun süredir bakışıyoruz. Çünkü birbirimizle iki laf etmek için gerekli fiziki koşullara sahip değiliz. Çünkü o otobüste, bense duraktayım. Haftada iki-üç defa görüyorum onu; ben durakta bekliyorum, o klip tadında otobüsten süzülerek geçiyor önümden. Ortalama bir Hollywood filminde benim o otobüsü yakalamam (o anda yağmur yağmalı), hatta durdurayım derken sendelemem (elimde siyah bir çanta olmalı), kızın bunu görmesi (kızın gözleri parlamalı), gülümsemesi... tabii ki bir Hollywood filminde olmadığımız için bunların hiçbiri bugüne kadar gerçekleşmiyor. Sanırım daha arabesk bir aşk bizimkisi; hani şu kavuşulmayanından.
Gülmeyin, size bozulabilirim. 

Ama artık bu sayede iş çıkışlarım çok daha eğlenceli geliyor bana. Üstelik yaptığım hiçbir şey, bozduğum hiçbir düzen olmamasına rağmen. Her zamanki gibi evime gitmek için durakta bekliyorum. Sağımda ve solumda insanlar. Birbiriyle konuşan, tartışan, "olur mu böyle" diyen, birbirine siktir çeken insanlarla birlikteyim. En büyük farkımız, birbirimizden farklı olmamamız. Hepimiz bir şair gelsin de bizim için birkaç satır yazsın diye dekor olarak bekliyoruz. Ama gelen giden yok. Bekliyoruz... Yok.
Tabii arada bir de otobüsü kontrol etmek için kafamızı duraktan dışarı çıkartıyoruz.

Sürekli olarak tekrarlanıyor bu. Sadece bugün için değil; yıllardır, ben yokkendir bile. Eminim ki ben bu işte çalışmıyorken, biri bu saatte benim şuan durduğum yere gelip dikiliyordu. Sonra da düşüncelerinden arada bir kafasını kaldırıp otobüsünü kontrol ediyordu. Şimdiyse görevi ben aldım, ekip arkadaşlarımla birlikte ritüeli yerine getirmeye çalışıyorum.
Arada bir kafamı uzatıp, otobüsümün gelip gelmediğini kontrol ediyorum. Sonra tekrar geri durup, kızı düşünmeye başlıyorum.
Kafamı uzatıyorum, çünkü durağın yanındaki kolonlar reklam dolu; şampuan firmaları, GSM şebekeleri, deterjancılar, çorbacılar köşebaşlarını kapmışlar. Bir de illegal reklamcılar var; bunlar da bizi bir konsere, siyasi parti toplantısına ya da pazarlama seminerine çağırıyorlar.
Ben tabii hiçbir yere gitmiyorum. Bir buluşmam var ve onu bekliyorum.
Kızla olan bu "uzaktan" ilişkimizi bir iş arkadaşıma anlatsam, vereceği ilk tepkiyi bilmiyorum ama bana inanmayacağını eminim. "Oğlum, durağın adına bakıyordur lan kız" Ve gülüşmeler... Ama ben biliyorum, kız bana bakıyor. Ben de ona. Ve bu duruma emin oldukça, heyecanım artıyor. Hayaller kurmaya başlıyorum. Belki bir gün, benim durağımda iner ve bana gülümseyerek gelir. Merhaba, der. Ben "merhaba" der miyim? Kilitlenebilirim de. Sonra elini tu... birden aklıma geliveriyor: Eskiden atari oyunlarında tüfek oyunu vardı. Plastik bir tüfeği ekrana doğru tutar ve sazlıkların içinden aniden çıkıveren ördekleri vurmaya çalışırdık: Dan dan dan!
Bir şekilde havalıydı bu oyun, bu yüzden tüfekle oyun oynamaktan da büyük zevk alırdık.

Hatta nereli olduğunuzun farkına varmadan biraz yabancı gibi davranırdık: Seni lanet ördek, sonun bu işte! Konya'dan, Aydın'dan, Tokat'tan gelen Hollywood sesleri.

Tabii ki Hollywood'da değiliz.

O ördekler gibi bekliyoruz durakta. Kafamızı uzatıp duruyoruz. Bunu sırayla değil, karışık yapıyoruz ama kendi içimizde dillendirmediğimiz bir sıralama var. 17 yaşındaki kız çocuklarının "odam dağınık değil, benim düzenim bu" tadında espriliyiz. İçten içe hepimiz bu şakaya gülüyoruz.

Dan dan dan!

Kimse söylemiyor ama anlıyorum: Sıram geliyor, kafamı uzatıp otobüsümün gelip gelmediğine bakıyorum. Gelmiyor. O da gelmiyor. Bu sırada yanımdaki sırayı şaşırıyor, şefkatli bir gülümseme yolluyorum kendisine "bu seferlik aramızda ama bir dahakine dikkat et" diye fısıldıyorum. Gülümsüyor. 

Ne de olsa bütün bir dekoru kaplıyoruz hepimiz. Aramızdan biri ayrılırsa ve... o değil de, bu kız niye gelmiyor? Aramızdan biri ayrılırsa ve düzen bozulursa, her şey bozulacakmış gibi geliyor. Sanki o zaman kız da gelmeyecekmiş gibi. Sağolsun duraktaki dostlarım beni anlıyor ve nizami çalışıyor. Durağın az ilerisinde duran yaşlı teyze bile kafasını uzatıp sırası geldiğinde otobüsünü kontrol ediyor. 


Herşey tamam. Kız niye gelmiyor? Onsuz eksik oluyor biraz. Oysa hepimiz bir bütünü sağlamak için ne kadar istekliyiz şurada. Aramızdan vurulup ayrılan ördekler oluyor ama hemen takviye yapıp yenilerini ekibe katıyoruz. Çabucak ısınıyorlar olaya. Uzat kafanı, sonra geri kaç. Yoksa televizyonun karşısındaki çocuk vurabilir seni. Çocuğun elinde tüfek, garip Avrupai sesler çıkarıyor: Sizi aptal ördekler, hepiniz vurulacaksınız! Dan dan dan! Uzat,
k
a
f
a
n
ı,
sonra hemen geri kaç.

...sonra elini tutarım belki. O reklamlarda görünen kremleri kullanıyordur kesin, yumuşacıktır elleri. Duraktan yukarı doğru yürür ve bir kafede otururuz onla, sohbet ederiz. Rize'den gelen taptaze çayı bizim için poşetleyen firmalardan birinin çayını içeriz. Bana hikayeler anlatır durur, belli mi olur? Eğer hafif rüzgar varsa, durakta reklamı olan şampuan firmasının mis gibi kokusu gelir burnuma. Sonra telefonlarımızı alırız birbirimizin; bir sms paketine kaydolup bütün gece mesajlaşırız. GSM şirketlerinin izin verdiği kadar telefonda sohbet ederiz.
Randevulaşırız, atlar gideriz Türkiye'de ilk konserini veren o grubun konserine. Sonra eve giderken çorba içeriz, % 100 kimyasalla, pardon sevgiyle yapılmış olanından.


Dan dan dan!

Tüm bu düşünceler aptal bir gülümseme yaratmışken yüzümde, kafamı uzatıyorum. Uzaktan bir şeyler görür gibiyim ama anın tadı bozulmasın diye tam olarak göremiyorum sanıyorum. Otobüs gittikçe yaklaşıyor, ben gittikçe heyecanlanıyorum, ben heyecanlandıkça otobüs gidiyor. Önümden geçiyor. 

Bu... o?.. Saçlarını mı topla... Şampua... Çok güze... Bu reklaml... Tüfek se...

Vuruluyorum.
 
 
Copyright © bnoktao
Blogger Theme by BloggerThemes Design by Diovo.com